Arapça ve Farisîden Aldığımız Kelimeler Hakkında Tetkikat (Hayat, 1930)
Kaideten her dil başkalarından kelime alır. Bu intikal bilhassa şu şartlara bağlıdır:
1 — Her milletin tasavvutu bir olmadığından alman kelime, alanın tasavvutuna yaklaştırılır.
2 — Mana az çok kayar, değişir. Misal: lâtince «serum», bir nevi kesik süttür: Petit lait. Türkçe de dahil olmak üzre her dil tıbbî bir tabir olmak şartı ile bu kelimeyi almışsa da manasını değiştirmiştir. Şimdi serum pıhtılanan, kan ve sütten ayrılan su, safi dem, muayyen bir hastalığa karşı aşılanmış hayvanların kanlarından istihsal edilen mayi ki o hastalığın teşfiyesinde kullanılır; sun'î serum.
Bunun makûsu olarak 1 — intikalde telâffuzu da, manası da: 2 — yalnız telâffuzu; yalnız manası muhafaza edilen kelimeler çoktur.
Kelimeyi alan dil telâffuz ve manayı değiştirmekle bir galata mahal vermiş olmıyor; ikinci şekil, alan dile göre fasihtir; bittabi verene göre değildir.
Bu kaideyi benimsemiyerek eski alimlerin mesleğine salik olmak, yani bu alma kelimeleri ilk fasahatlerine irca etmek doğru olamaz.
Kelimeyi alırken tasavvuftınu ve manasını değiştirmek normal bir ameliyedir; marazî (pathologique) bir hal değildir. Eğer böye olsaydı her dilin bünyesi hasta olmak lâzımgelirdi.
Fransızcanın kelimeleri hemen umumen lâtinceden alınmıştır; fakat beş, on müstesnadan sarfinazar bunların hepsi değişmiştir. Bu taktirde fransızcaya bir galatlar mecmuası demek iktiza edecekti!
Fakat bu iki kaideden de daha ilerisine gidilerek kendisinden kelime alman dilin öz kaidelerinde tasarrufa girişmek doğru olamaz; marazî hal işte budur.
Misal: Türkçede kullanılan «ihsas», «ihtisas», «istimzaç», «müdrir», kelimeleri arapçada yoktur. Ş. Sami Beyden:
«(His)ten hemen farkı olmayıp (hissettirme) manasım ise (ihsas) arabîde asla ifade etmediğinden…
Keza, ihtisas fenni menafiul' azada sensation denilen hali ifade için icat olunup lisanı edebiye dahi fürceyabi duhul olmuş bir kelime ise de arabîde his maddesi iftial babından asla tasrif olunmadığından....
İstimzaç, mizaç kelimesinin lisanımızdaki manayi amiyanesile getirilmesinden mütevellit olan bu lâfız arabî değildir.
Müdrir, aslı «müdir» olup bu şekli arapçada yoktur».
Bir çok misaller arasında «temamiyet», «zihniyet» gibi kelimeleri de zikredebiliriz. «Felâket» bu misallerin en barizidir. Bir de bir kısmı arapçadan, ötekisi farisîden alınma uydurma lâfızlar da var: «nezaket».
Bütün bu kelimelerde bir maraz görmekteyiz. Bu marazın tedavisi kabil ve lâzım mıdır? Pek müstamel olan bu makule kelimelerin ipkası zarurîdir. Fakat şayi olmıyan veya bir, iki kişi tarafından kullanılan bu kabil sahte kelimeler terkedilmelidir.
İtalyancadan aldığımız keimelerde çok tasarrufta bulunmuşuz.
Yukarıda arabî ve farisî kelimelerin intikalinden bahsettik. Istitraden bir kaç misalle dilimize akın eden bu kelimeleri sıkı bir tahlile tabi tutalım:
1) — Avamcaya ebediyen girmiş türkçeleri yok, veya varsa da unutulmuş az çok tasavvurumuza uydurulmuş, fakat arapça ve acemce oldukları belli olanlar:
(Telâffuzu büsbütün bozulmuş şekli değişmiş, yalancı [yabancı?] oldukları belirsiz kelimeleri istisna ediyoruz: Pabuç, mutpak, hoşaf, şalgam, gibi) Allah (kullanılmıyan türkçeleri Tanrı, Çalap), peygamber (yalvaç), silâh (pusat, yarak), kitap, kalem, din, iman, memur, devlet, hükümet, rahmet, merhamet, hâkim, kadı, kanun (yasa, türe), ahiret, bahçe, bahçıvan, zayıf, elbise, kuvvet, imam, müezzin, ateş (od), kibrit, seccade, padişah (hakan), hokka, saat, resim, duvar, ilâç (im [em]), hekim, cami, mesçit, dükkân, cellât, bakkal, kasap, aktar (attar), inat, vali, mutasarrıf, kaymakam, şehir, kasaba, zümbül, şeker, macun, mezar, maden, top, canbaz, hasta (sayru), hafız, muhallebi, şap, şarap, şurup, arsa, avrat, mum, şeyh, derviş, tekke, türbe, fakir, fukara, naz, arazi, ahali, mal, kâtip, kitap, mektup, kira, miras, köşe, kenar, cennet (uçmak), cehennem, melek, Şeytan, ham, haydut, cübbe, tenha, has, mübarek, selâm, dua, sabah, ramazan, can, cam, perde, evlât, saz, senet, arzuhal, kaza, tahsildar, ceza, hapis, hain, düşman, muharebe, insan, hayvan, kurban, zekât, mide, ders, tezkere, vesika, medrese, fal, mercimek, merhaba, tas, zahmet, rehin, kefil, vekil, vücut, sopa, cefa…
2) — Halkın diline girmiş, fakat türkçesi mevcut ve mütevaziyen müstamel kelimeler:
(baş), hınzır (domuz), nefes (soluk), lisan (dil), derya (deniz), hane (ev), gusül (yıkanmak), hat (yazı, çizgi), kalp (yürek, gönül), bende (kul, köle), mukavele (sözleşme), mükâleme (görüşme), reis (baş), kıymet, fiat (değer), zevç (koca), zevce (karı), şerik (ortak), darp (vurmak), katil (öldürmek), cerh (yaralamak), rutubet (nem=farisîdir), berrak (parlak), sada (ses), furuht (satmak), ferda (yarın), merkep (eşek), müşteri (alıcı), fütur (gevşeklik), pak (temiz), tahir (keza), isim (at), perişan (dağınık), piyaz (soğan), tecrübe, (deneme, sınama), mecnun (deli), tahkir (horlamak), tahammül (katlanmak), izdivaç (evlenmek), tahlis (kurtarmak), defin (gömmek), terk (bırakmak), sual (sormak), teslim (tapşırma), tadat (saymak), ağnam (koyunlar), taksim (bölmek), tekellüm (söylemek), fırka (bölük), tashih (düzetmek), âlim (okumuş), v. s.
3) — Halkın diline girmemiş, türkçesi var, fakat orta tabaka çok kullanır hele yazıda pek müstamel arabî ve farisî kelimeler lügat kitaplarımızı dolduracak derece mebzuldür. Bunlarla türkçe mukabilleri müteradif lâfızlar teşkil ederler.
Şüphesizdir ki bunarın çoğu haşivdir. Bu kelimeleri bırakabilir miyiz? Hepsini terketmek muhaldir. Lâkin görüyoruz ki havas ve avam dilleri birleşmek istidadını peyda etti. Yüksek tabakalarda şuur, diğerlerinde de okumak taammüm edince mesafenin daralması kabil değildir. Bu mes'ele hakkında fazla misal getireceğimizden dolayı, karilerimizin affını dileriz. Bol misal serdetmekten maksadımız, fikrimizi daha büyük bir vuzuh ile tevsik etmektir. Bu suretle tasfiye ve ıttırahın yollarım aramış oluruz.
Beden azasının isimleri:
El (dest, yet), ayak (pay, kadem), göz (çeşim, ayn), yürek (kalp, fuat, nihat), saç (geysu, zülf), sakal (lihye), kulak (üzün, gûş), diş (sin, dendan), dudak (şefe, lep), diz (zanu), kaş (ebru), kirpik (müjgân), yanak (rohsar), kol (bazu), meme (pehlû), göğüs (sadır), dil (lisan, zeban), alın (pişani, nasiye, cebin).
Maddiyat:
Güneş (şems, afitap, hurşit), ay (mah, mahitap, kamer), deniz (bahr, derya), kara (ber, hâk), dağ (deşt, kûh, cebel), ırmak (nehir), yanardağ (bürkân), ada (cezire), bulut (ebr, sehap), yıldırım (rait, saika), yol (rah, sırat, tarik), köprü (cesir), kapı (der, bap), eşik (asitan), yuva (lâne, aşiyan), inci (dür, lü'lü), altın (zehep, zer), gümüş (sim, fıdda), bakır (nuhas), gün (ruz, yevm), gece (şep, leyl), temel (bünyat), ev (hane, dâr, beyt), çelik (pulât), demir (ahen, hadit), kırbaç (taziyane), at (esp, hayl), kuyu (çah, biir), toprak (hâk, türap), dalga (mevç), kılıç (tiğ, şimşir, sinan), ip (rişte), av (sayt, şikâr), süt (şir, leben), otlak (mer'a), geçit (memer), odun (hatap), ateş (nâr), ağaç (diraht, şecer), taş (senk, hacer), kadeh (sağar, v. s.), ok (tir), merdiven (süllem), arpa (şair), koku (rayiha, buy), köşe (künç), hazine (genç), et (lahim, küşt), ekmek (nan, hubüz), tuz (milh, nemek), yıldız (necim, sitare), yel (bad, rih), yelpaze (mirvaha), bayrak (alem, rayet, direfş), sırça (zücaç), kum (rik), yarık (şerha, fürce), çilenk (taç, ikli, dibim), taht (evrenk), kanat (per, bâl), kılavuz (rehber, bedreka), yumurta (beyza), uyku (hâp, nevim), yetik (lûkata), kubbe (tarem), kör (âma), dilsiz (bizeban, lâl), mezar, (makber, lâhit), düğün (zifaf, velime), ipucu (serrişte), yayan (racil), bilgi (ilim), bahar (rebi), sulak (reyyan), örnek (nümune), liman (mersa), erkek (racül, mert), kadın (mer'e, zen), v. s.
Hayvan atları:
Aslan (gadanfer, şir, eset), kaplan (pelenk), yılan (mar), sıçan (fare), kuş (mürg, tayr), balık (mahî, semek), öküz (gâv, bakar), koyun (ganem), kuzu (kûsifent), oğlak (büzgale), bülbül (andelip, hezar), karga (gurap), yarasa (bum), köpek (sek, kelp), kedi (gürbe), eşek (merkep, himar, çemender), at (esp, feres, hayl), v. s.
Hısımlık ifade eden isimler:
Baba (ep, peder), ana (mader, üm), dede (cet), torun (hafit, nebire), nine (cedde), oğul (püser, ibin, mahdum), kız (duhter, bint, duşize, kerime),, çocuk (tıfıl, ferzent, velet, evlât), gelin (arus), güveği (damat), kardeş (birader, haher, hemşire, ah, uht), koca (zevç), karı (zevce), sütnine (murdıa).
— Bu kelimelere arapçanın salim ve mükesser binlerce cem'ini de ilâve ediniz!
«Tef'il» ve «müfaale» bapları gibi birçok fiilin, manevî mefhumların türkçelerile birlikte arapça ve farisîleri de kullanılıyor:
Toplama (cemi), getirme (celp), çekme (cezp), yazma (tahrir), okuma (kıraat), dönme (rüc'at), yakın (karip), uzak (bait), güzellik (hüsün), çirkinlik, fenalık (kubüh), derin (amik), sert (dürüşt), istek (arzu, hahiş, emel), ihtiyarlık, yaşlılık (şeyhuhet), dalkavuk (tufeyli), tat (ta'm), isteme (talep), açık (ayan, küşade), görünen (nümayan), usanç (melâl), kalabalıklı (müzdeham), bilmece (lûgaz, muamma), eski (kadîm, köhne), yeni (cedit, nev), son (gayet, nihayet), aldatma (gabin), kusma (gaseyan, kay), ödünç (karz), orta (vasat), ağrı (veca), yüksek, yukarı (fevk, balâ), alçak, aşağı (zir, taht), iyi (hup), kötü (bet), soğukluk (bürudet), sıcaklık (hararet), uzaklık (buut), kızlık (bekâret), boş (tehi, hali), yutmak (beli), cennet (bihişt, firdevs), dış (birun), hasta (mariz, bimar), ara (beyn), korku (havf, bim), pişkin (puhte), uçmak (tayaran, pervaz), gizli (nihan), çevre (piramen), yağma (taraç, talân), ödeme (tediye, tesviye), aşağılama (tedenni), ilerleme (terakki), yaldızlama (tezhip), birikme (teraküm), yazma (tahrir, tezbir, tastir), çiçekleme (tezehhür), süsleme (tezeyyün), dilenme (tese'ül), sataşma (tasallût), zehirlenme (tesemmüm), kolaylaştırma (teshil), güçleştirme (tas'ip), kolay (sehil, âsan), güç (asir), benzeme (müşabehet), benzeme (teşpih), sığama (teşmir), çoğaltma (teksir), azaltma (taklil), küçültme (tasgir), sıkıştırma (tazyik), uzaltma (tatvil), temizleme (tathir), tanışma (tearuf), danışma (istizan), yükselme (teali), yardım (muavenet), büyükleme (tazim), asma (talik, salp), öğretme (talim), derinletme (tamik), güvenme (tefahür), yaklaşma (takarrüp), yerleştirme (takrir), azarlama (tektir), oldurma (tekvin), acı (mür, telh), pislemek, kirletmek (telvis), değmek (temas), öğme (medih), öğünme (temeddüh), uzatma (temdit), azaltma (tenkis), alıştırma (temrin), yaltaklanma (temellük), dalgalanma (temevvüç), ayırma (temyiz), azalma (tenakus), bitme (tenebbüt), aşağılama (tenezzül), indirme (tenzil), dizme (tanzim), dar (tenk), everme (tenkih), uyutma (tenvim), uyma (tevafuk), uydurma (tevfik), güçlü (tuvana), ürkme (tevahhuş), ürkütme (tevhiş), birleştirme (tevhit), genişletme (tevsi), durma, eğlenme (tevakkuf), durdurma (tevkif), doğma (tevellüt), doğurma (tevlit), akma (seyelân), karışıklık (şureş), oruç (siyam), san (zert), diri (zinde, hay), dirim (hayat), ölüm (memat), renk (levin), başağrısı (suda), değişme (tebeddül), değiştirme tebdil), borç (deyin), ölçü (vezin), denk (mütevazin), ve daha birkaç bin kelime…
4) — Halk ve hatta orta adamlar, okur yazarlar diline girmemiş bir hayli kelime de türk edebiyat lisanına akmıştır. Bunlar büsbütün haşivdir ve tesannu kelimeleridir. Bu lâfızlar şimdiki selikamıza uygun gelmiyor. Eski kitapların her satırında her mısraında bu kelimelere rasgelinir:
Tutuk (perde, hicap), rahik (şarabın iyisi), fertut (bunak) azra (kız), berceste (pek güzel), merdümek (gözbebeği), mezrea (bataklık), hayl, huyul (at sürüsü), galiye (güzel kokulu bir tertip), abgine (sürahi), tarem (kubbe), direnk (eğlence, ârâm), reşik (boyu mevzun), rana (lâtif), gaze (düzgün), ferhal (dolaşık ve kıvırcık olmıyan saç), banu (kadın), bürran (keskin), büzgale (oğlak), hizap (dalga) himyaze (esnemek), hamide (eğrilmiş, bükülmüş), perran (uçucu), raht (at takımı) , bihbul (iyilik, sağlık), pirestu (kırlangıç), pestan pehlû (meme), pirahen, kamis (gömlek), pişani (alın), peygule (köşe), peymane (kadeh), bürka (peçe), tertil (okuma), telsim (öpme), sünbüle (başak), şirare (kıvılcım), nebire (torun), nerr, nerre (erkek), dihin (taç), şepçirağ (gece parlıyan mevhum bir nesne), şepzindedar (uykusuz), sahir (uyanık), ferve (kürk), makiyan (tavuk), şevher (koca), gabra (yeryüzü), fiyafi (büyük sahralar)…
Hangi kelime türkçedir, hangisi değildir? Seleflerimiz bunun ölçüsünü bulamadıklarından arapça ve farisî lügat kitaplarını karıştırırlar, vezne, kafiyeye, ahenge uygun gelen lâfızları türkçe ibare ve manzumelere geçirirlerdi...
Muhatabın, kariin bunları anlayıp anlamamsı, bu kelimelerin bir mefhum, bir manaya, bir ihtiyaca tekabülü, lüzumu, bunların türkçede yerleşmek kabiliyeti ihtimali olup olmadığı umurlarında bile değilmiş!... Bu lâfızlar sonbahar yaprakları gibi dökülüyor, düşüyor ve biçare seleflerin emekleri boşa gitmiş oluyor.
5) — Yalnız yüksek dilde, edebiyatta, ilim ve fende, resmî yazılarda kullanılan arapça ve farisî kelimeler. Bunların çoğu lüzumludur. Miktarları da çok değildir. Bu makuleyi fazla misallerle uzatmayacağız. Yalnız şurasını kaydetmeden geçmiyelim ki pek yerleşmiş bazı ıstılah ve tabirlerin türkçelerini bulmak güç değildir. Bilhassa hesap ıstılahları: tadat (sayma), terkim (rakamama [rakamlama]), cemi (toplama), tarh (indirme), darp (vurma), taksim (bölme), kesir (kırma), cezir (kök).
İlâve:
Metinde italyancadan aldığımız kelimeleri pek bozduğumuzdan bahsetmiştim. Bir misal cedveli ile bu iddiayı tespit etmek isterim.
Vaktile muharebe, komşuluk, ihtilât, ticaret, siyaset, seyahat gibi münasebetlerle bir hayli Venedik ve Cineviz (yani İtalyan) lâfızları türkçeye girmiş ve yerleşmiştir.
Fakat bundan böyle italyanca kelime alınmıyor. Çünkü artık dilce İtalyadan ziyade Fransa ile alış verişe (daha doğrusu alışa) giriştik.
Bir hayli italyan kelimesi denizciliğe aittir.
Bu kelimelerin şöyle böyle bir cetveli: (Muteriza içindeki kelimeler asıllarıdır):
Acenta (acente), abloka (bloco), arma, alabanda (a la banda), alesta (?) , avara (?), ispirto (spirito), ıstalya (stallo), estimara (estimare), üskûfe (scuffia), entereso (interesso), entrika (intrigo), ordino, üniforma (uniforme), batarya (batteria), babafingo (pappafico), barata (barreta), baraka (baracca), barbata (parapetto), barka, bastardo, balya (balla), bandra (bandiera), bando, banda, banka, banyo (bagno), bravo, borda (bordo), borsa, perükâr (parrichiere), patenta, tente (tenda), karantina (quarantina), pratika, peruka (perruca), palanga (palanka), palavra (??), protesto, sikvestro (sequestro), konşimento (bu kelime fasih italyanca değildir, fasihi polizza di carigodur; lâkin Adriyatikte kullanılıyor), lostromo (?), prova (prua şekli de vardır, geminin başı demektir), posta, bilanço (bilancio), pusla (busola), pomata, piyanko (aslını bulamadım. Acaba beyaz manasına “bianco”dan mı geliyor?), piyata (piatta), piyano (pianoforte), trampa (belki “tramuta”dan geliyor), tentene (dántellare), ciranta (gerente), çimento (cimento), tuğla (tegula), çinko (zinco), dama, dara (tara), depozito (deposito), duzina (dozzina), düello, reçina (ricino), sedya (sédia), sindika (sindicato), siğorta (sigurta), soda, sonda, şalupa (scialuppa), şırınga (siringa), salta (salto), salça (salsa), sardalya (sardella), tabaka (tbacchiera), tavla (tavola reale), torpito (torpediniere), poliça (polizza), ıskonto (sconto), toka (tocco), tulumba (tromba), tonilato (tonnellata), galeta (galleta), goma (gomma), fabrika (fabrica), fasata (faccetta), fulya (çiçek. İtalyada bir vilâyetin ismidir: Puglia. Gedik Ahmet Paşa Otranto ve civarını zaptetmişti. Oradan getirdiği sarı soğan çiçeğine alem olmuştur), familya (famiglia), fanile (flanella), falso, fırına (foruna), fasulya (fagiulo), bezelya (ptiselli), ıspanak (spinace), forma, fileto (filetto), flâma (fiamma), flavuta (flauto), filo (?) , fino, kabineto (caminata), kambiyo (cambio), valuta, kadana (catena), kalibra (calibro), Kançalar, Kançalariya (Cancelliere, Cancelleria), kaptan (capitano), karabina, karavelâ (caravella), kola (colla), kumanda (commenda), kumpanya (compagnia), kumanya (?), konsulto (consultazione), kontra (contra), kerte (quarto), güverte (coverta), gümrük (belki ticaret manasına commercio’dan?), lâvanta (lavanda), lokanta (locanta, kiralık mefruş oda demektir), levent (levantino), maçuna (?) , masa (mensa), marka, manövra (manovale), manifatura (manufattura), manivela (manovella), mayıs (maggio), çivi (chiovo), manolya (magniola), kamelia, makarna yahut makaronya (maccheroni), moda, muço (mozzo), vazo (vase), numara (numero), sadakor (seta cruta), iskele (scala), papağan (papagallo), pasta, posta, parola, passo, pudra (polve), kamarot (cameriere), kamara, kredito, çiro (giro), kambiyal (cambiale), palyaço (pagliaccio), kasa (cassa), salaa (insalato), kanto, taraça (terazzo), varda (guardia), angarya (angaria), nota, dizbarko (disbarco), konkordato, madalya (medaglia), kitara (chitarra), firkete (forchetta), salamura (salamoia), istif (Ş. Sami B. kelimenin italyanca olduğunu söylüyorsa da italyancasını göstermiyor. Fikrince bu kelime halvet, hamamın sıcak yeri manasına olan “stuva”dan geliyor. Odun gibi mesneleri mukassi yerlere dizerler ki orası halvet gibidir. Kelimenin sonraları manası kaymış sıra, dizi, nesak manasına intikal etmiştir. “Stufato” = istifato denilen yemek de sıcak bir yerde hazırladığından bu namı almıştır), bono, pırlanta (brillante), kortes (corte), pancur (?), francala (?), kasatura (??), ıstampa (stampa), mostra, kampiyon (campione), domino, grandi direği çimariva (?), lotarya (lotteria), tombola, roza (elmas = rosa), gazino (casino), bilya (biglia), steka (stecca), bomba, vizita, karina (carena), piyasa (piazza), çima, mantinota (mentenuta), v. s. Görülüyor ki kelimeler italyancadan türkçeye geçerken hayli bozulmuşlardır. Bu tahriflerde bir usul ve ittirat, bir kaide yoktur. Bazı memleket ve şehir isimleri de — bu şehirler ve memleketler İtalyada olmakla beraber — italyancadan alınmıştır; çünkü dedelerimiz onları o vasıta ile tanıdılar. Şu cetveldeki has isimler ya doğrudan doğruya italyancadır, yahut az tahrif görmüştür. Asılları kavis içindedir:
Londra (London), İngiltere (England), Marsilya (Marseille), İsviçre (Suisse, Schweitz), Cinevre (Genève), İskoçya (Scotland), Avusturya (Œsterreich), Viyana (Wien), Fransa, eski imlâsı ile França (Francia), Kolonya (Köln), Korsika (Corse).
İtalyan ismi hasları bittabi italyancadan alındığı halde garip değil midir ki kendisi ile bu kadar münasebette bulunduğumuz (Venedik)in ismi almancadan türkçeye geçmiştir. Almancası: Venedig; italyancası Venezia.
H.1
Hayat. (1930). Arapça ve Farisîden Aldığımız Kelimeler Hakkında Tetkikat. Hayat, Yeni Tertip No. 1, 82-90.