Fikriyat: Yazı Dili (Mustafa Şekip, 1926)
Konuşma dili kendiliğinden husule geldiği halde yazı dili her lisanda behemehal bir icada tevakkuf etmiştir. Evvelkisi hiç hissedilmeden öğrenildiği halde ikincisi bir ilim gibi tahsile mütevakkıftır. Yazı dilinin bu ehemmiyeti dolayısıyladır ki eski Firenk milletleri yazının menşeini ilahi bir ilhama atfetmişlerdir. İbraniler, Eski Mısırlılar, Eski Yunaniler hep bu itikatta bulunmuşlardır.
Yazının icadı karşısında bulunan ilk insanlar onun faydasına ve yapacağı hizmetlere hayran olmaktan ziyade yazıdan ürkmüşlerdir. Çünkü ondan hem iyilik, hem de kötülük yapabilecek bir sihir kudreti görmüşlerdir. Bu zihniyet hala ümmi olan halkta aynen berdevamdır. Halkın mektebe karşı duyduğu tevahhuşun kökleri hep yazı korkusundadır. Medresenin tereddi devresinde zahir olan mektep husumeti de dolayısıyla aynı amilin tesirinden ileri gelmiştir. Sihirden neşet eden ilim de aynı tevahhuşla karşılanmıştır.
Filhakika yazının ilk istimali, yarı sihrî ameliyelerde olmuştur. Nüshalardan [muskalardan] elan beklenilen kerametler bu ilk ananenin artıklarından başka bir şey değildir. Yazının bir nevi sihir sanılması uzun bir müddet devam etmiştir. Bir ismi ağaç kabuğuna veya deriye yazmak o kimseyi yed-i ihtiyarına geçirmek demekti. Bu suretle ele geçirilen kimseye her türlü iyilik ve kötülük yapılabilirdi. Bu itibarla ilk muharrirler sihirkar olarak tanılmışlardır. Yazının bu mistik telakkisi dikkat edilirse onun filhakika ifade ettiği mefhumları tespit ve bu sayede bunları istenildiği tarzda terkip edebilmek vazifesinin remzî ve müphem bir surette ifadesinden başka bir şey değildir. Muharrir ve müelliflerden elan hiç tevahhuş edilmediğini söyleyebilir miyiz? Bunlar isterlerse akı kara, karayı da ak yapamazlar mı? Matbuatın halk ve hükumetler nazarında geçirdiği telakkiler hep tevahhuş ile teveccüh arasında ihtizaz etmemiş midir?
Birçok akvam indinde yazı ile talih birbirinden ayrılmış değildir. Seltler ve Cermenler indinde yazı bir ‘sır’dır ve sihrin amelî bir manzumesidir. Diğer birçok lisanlarda olduğu gibi Türkçede de yazı, hem talih, hem de tahrirî lisan demektir. Nitekim Yunus Emre’nin:
Kıl gibi köprü yaparsın geç deyü
Yazığından sen seni gel seç deyü
Mısraındaki ‘yazığ’ ile ‘yazı’ kelimesi aynı ailedendir. ‘Yazım böyle imiş’ dediğimiz zaman, meçhul ve esrarlı bir talihimizi kasdetmiyor muyuz?
Yazı, sihrî seciyesini kaybettikten sonra korku ve hürmet ile halelenmiştir. Bu his iledir ki bütün kitaplar ve bilhassa dinî kitaplar ve kanun kitapları uzun zamanlar ruhlarda korku ve hürmet hisleri uyandırmıştır. Sözden ziyade yazıya inanmak hala meri olmuyor mu? ‘Levh-i mahfuz’a verilen ehemmiyet ve itikat ne kadar kuvvetlidir. Filhakika ‘söz torbaya girmez’ demekle yazının daha muhterem olduğunu dolayısıyla ifade etmiyor muyuz? Bir insan sözüyle bağlanamaz; fakat yazısıyla kendi kendini bağlar. Binaenaleyh ilk insanların yazıda hissettikleri sihirkar bağlama, yed-i teshire alma kabiliyeti boş bir idrak değil yalnız mistik bir idraktir. Yazının insanı bağlayıcı olduğunu bugün de teslim ediyoruz. Yalnız bunda sihrî bir hassa görmüyoruz. Maamafih edebî yazıların ruhlar üzerinde yaptığı bipayan ve namemul tesirlere bakar ve bunların esbabını ispat edemediğimizi düşünürsek yazının mistik telakkisinin tamamen kaybolmuş sayılmasından henüz pek uzağız.
Yazı dilinin öteden beri konuşma diliyle tamamen kaynaşıp yekvücut olmadığı gerek hal ve gerek mazide vüzuh ile görülmektedir. Bunun pisikolojik sebebi yazı dilinin bizi başkalarına bağlamasından ileri gelmektedir. Kendisini kendi eliyle bağlayacak bir insan, tabiatıyla çok ihtiyatlı, çok sanat ve maharetli yazmak mecburiyetindedir. Kalemi eline alan bir insan artık konuşur gibi yazamaz olur. Konuşma ile ne kadar çok olsa yine mahdut kimselere hitap edilir. Halbuki yazının karilerine hiçbir had tayin edilemez; hatta hıfzedilebildiği takdirde karileri milyarlara baliğ olabilir. Şu halde söz söylerken uzun bir istikbali düşünmeğe, namahdut yazıda tasavvurun fevkında birtakım kayıtlarla mukayyediz. Burada intihap edeceğimiz kelimeler, fikirler, hisler, hayallerin mümkün olduğu kadar maşerî ve müşterek olması lazımdır. Konuşma lisanı binnisbe çok ferdîdir. Yazı lisanı ise tamamen içtimai ve hatta beşerî olmağa mecburdur.
Bütün beşeriyete hitap eden dinlerin kitaplarında görülen mistik derecede müphem ve çok umumi hitabelerin sır ve hikmetini bunların ebediyete hitap etmek isteyen vazifelerinde aramak lazımdır. Binaenaleyh bunların rap, dalalet, rahman, rahim, sırat-ı müstakim, hidayet, felah, necat, salah, nirvana ve ilh… gibi en mücerret ve en umumi mefhumlarla ifade-i meramda bulunmalarından daha zaruri ne olabilir?
Yazı dili sihrî bir menşeden geldiği için tabiatıyla konuşma dilinden ayrı bir sıfat gibi yaşamış ve arz ettiğim ruhi ve içtimai sebepler onun bu hususiyetini idame ettirmiştir. Bunların birbirlerine tamamen kanaşıp tek bir dil olduğu görülmemiştir. Hiç kimse konuştuğu gibi yazmamış, başkaları gibi veya kendi tarzında yazmıştır. Vakıa yazı dilleri arasında konuşma diline daha yakın, daha uzak ve çok uzak olanlar varsa da hepsi de yine yazı dilidirler. Yazı dili üzerinde çalışmamış yani muharrir okumamış kimseler konuşma dillerinin mükemmeliyetine rağmen kalemi ellerine aldıkları zaman duraklamağa başlarlar. Konuşma dilleri hiç de fevkalade olmayan nice kimseler vardır ki yazı dilleri emsalsizdir. Son senelerde yazı dilinin konuşma diline tamamen kalbolacağına zahip olan gençlik okumağı unutarak konuşmak sevdasına tutuldu. Laübali, saygısız, tatsız lafazanlıklar muharrirlik sırasına geçti. Ne kadar müsteit gençler lafazanlığı yazı dili zannederek istidatlarını az zamanda tereddiye götürüyorlar. Yazının sır ve füsununu kaldırmakla gevezeliği şımartmaktan fazla bir şey yapmış olmuyoruz. Yazı ile kendi baht ve talihimizi tespit ettiğimizi unutmayalım.
1 Teşrinisani 1926
Mustafa Şekip1
Mustafa Şekip. (1926). Fikriyat: Yazı Dili. Hayat, 1(2), 6.