Lisanımıza Dair (Raif Necdet, 1930)
Büyük harf inkılâbı lisanımızın tekâmül mahreki ve sadelik cereyanı üzerinde derin, mes’ut izler yapmaktadır. Filhakika lisanımız ve üslûbumuz hergün daha ziyade sadeleşmekte, tabiîleşmektedir. Bu sadelik yeni harflerin mantıkî ve zarurî icabatındandır. Bunu böylece kabul etmek lâzımdır. Mes’ele edebî olmaktan ziyade siyasî ve içtimaî, binaenaleyh hayatîdir. Bundan yirmi sene evvel “Resimli Kitap” mecmuasına yazdığım ilk edebî musahabede aynen su satırlar vardı:
« … Tasfiyei lisan aleyhinde söz söylemek hatadır. Ben öyle zannediyorum, ki istikbal lisanımızı daha sade, daha kolay tahsil edilebilir bir hale irca edecek, ve bunu ihtiyaç, ihtiyacı siyasî ve içtimaiyemizi tacil eyliyecektir… Ben vatanın ihtiyacı, menfaati namına lisanımızın kabil olabileceği kadar sadeleştirilmesi taraftarıyım; ve bu inkılâp lâzım ve zarurîdir. Biz nekadar sadeliğin aleyhinde bulunsak zamana ve ihliyaca karşı gelemiyeceğimizi düşünmeliyiz…»
«Genç Kalemler»in anketine de o zaman sadeliğin lehinde kat’î fikirler dermeyan etmiştim. Bunları, yirmi sene evvel lisannımız hakkında fikir ve içtihadımı gösteren bu iki vesikayı arzetmekten maksadım zaman ile, tesirlerle fikir değiştirmediğimi, eskidenberi lisan ve edebiyatımızda sadelik taraftarı olduğumu göstermektir. Hakikat bu suretle tavazzuh ve tebellür ettikten sonra güzel lisanımıza karşı beslediğim derin ve âteşin aşkım sevkile dilimizin bugünkü vaziyeti hakkında, biraz müfit olabileceğimi ümit ettiğim bazı mütalealar serdetmekten kendimi alamıyacağım.
Bütün ruhumla temenni ediyorum ki mes’ut sadelik cereyanı içinde dilimizin, üslûbumuzun güzelliğine, inceliğine, kudret ve zarafetine halel gelmesin.. Sadelik, lisanımızın canlılığını, nezaketini, bediî ahengini incitmeden temin olunsun.. Garp medeniyetine istinat eden inkılâbımızın tesirile lisan sahasında da hergün artan ihtiyaç nazardan uzak tutulmasın.
Sade bir dil için en emin ve nezih memba ve istinatgâh fikrimce İstanbulun orta ve yüksek tabakası arasında konuşulan tabiî lisandır. Bu güzel ve tabiî lisanı hırpalamamak, bu güzel lisanın tabiîliğini, inceliğini incitmemek lâzımdır. Evet, yabancı terkipler kullanılmamalıdır. Fakat lüzum ve zaruret hâsıl olunca arabî, farisî, fransızca ve sair lisanlardan alınmış ve mühim bir kısmı türkçeleşmiş, dilimize mal olmuş kelimeleri kullanmakta asla taassup göstermemelidir. Medeniyet, ilim ve fen, beynelmilel münasebat ilerledikçe yabancı kelimeler kullanmak ihtiyacı o nisbette artar. İcabında ecnebi kelimelerin kullanılması dilimizin ikbal ve istikbaline asla halel getirmez, bilâkis tekâmülüne, kemaline hizmet eder. Müterakki ve mütekâmil lisanları bu sözüm için şahit getiririm!
İnsanlar gibi kelimeler de yıpranır, hatta bazan ölür… Türkçe yazacağım, lisan sadeleştireceğim diye bu ölmüş kelimeleri mezarlarında rahatsız etmek, sun’î bir nefha ile dirilterek Orta Asyadan Boğaziçi kıyılarına getirmek bugünkü medeniyet ve teceddüt cereyanile tezat teşkil eder. Bu Asyaî hareket, ancak vaktile turan siyasetini takip etmek istiyenlerin siyasetine uygun gelebilir.. Artık o siyaset, cümhuriyetin nurlu politikasile tamamile iflâs etmiştir. Vatanı felâkete sürükleyen bu politikanm edebiyat âlemindeki akislerine şimdi değil, on beş yirmi sene evvel de muarız idim.
Faraza hayat kelimesi, medeniyet kelimesi, fen, zekâ, fazilet kelimeleri asılları ne olursa olsun türkçedir; ve bunlar gibi birçok kelimeler türk dilinin bünyesine girmiş, tamamile türkçeleşmiştir. Hiç tahsili olmıyan vatandaşlar bile bu kelimelerin ifade ettiği mananın ruhuna nüfuz etmişlerdir. Dilimizin bünyesine ve milletimizin ruhuna sinmemiş yabancı kelimeleri, hususile mukabilleri bulunduğu takdirde, sevinçle tehalükle çıkarabiliriz. Mana ve ahenk itibarile tam ve kuvvetli, asil ve nefîs türkçe kelimeler varken yabancı kelimeler kullanmaktan tiksiniriz.. Fakat ihtiyaca cevap veren ve dilimizin bünyesine sinen kelimeleri, menşei yabancıdır diye, çıkaramayız.. Çıkarırsak dilimiz çıplak, cılız bir manzara gösterir, fakir ve sefil kalır.. Hele inceleşen duygulara, derinleşen düşüncelere tercüman olamaz.
Turan politikasının hükümferma olduğu zamanlarda türkçeleşmiş ve beynelmilel bir mana almış fransızca kelimeleri kullanmak adeta millî bir cinayet idi. Çok şükür şimdi böyle dar bir düşünce yok. Bugün bu tarz kelimeleri bol bol, hatta bazan lüzumundan fazla kullanabiliyoruz. Bu kelimeler dilimizin istikbalini ihlâl etmez de asırlardanberi lisanımızın bünyesine girmiş ve sinmiş, tamamen türkçeleşmiş kelimeler mi ihlâl eder? Ben evvelce olduğu gibi şimdi de gerek bu kelimelerin, gerek — itidale riayet etmek şartile — fransızca kelimelerin kullanılmasına taraftarım. Medenî Avrupa lisanlarından kelimeler almak faikıyeti artık güneş gibi aşikâr olan garp kültürünü ruhumuza sindirmek için de lâzımdır.
Konuşma ile yazma arasında ötedenberi mevcut ve an’anevî farkı kaldırmak hususunda son sadelik cereyanları, hele harf inkılâbı mes’ut bir tesir yapmıştır. Yalnız şu nokta da fikrimce çok dikkat edilecek ehemmiyetli bir cihet vardır: üslûbumuza amiyane ve lâubaliyane bir tavır vermemek… Son senelerde bazı yazılarda babayani bir tavır, laubali, ciddiyet ve nezaketten uzak bir ruh görünüyor. Hususile edebiyatta realism bediiyata lâkayit kaldığı ande kudret ve şiiriyetini kaybeder..
Hulâsa yazdıklarımızı herkesin veya kabil olabildiği kadar geniş bir kütlenin okuyup anlıyabilmesini temin için — ki bu, millî ve hayatî bir zarurettir, ve bu zarureti harf inkılâbı bir emrivaki yapmıştır — sadeliği, tabiîliği, İstanbul şivesini üslûbumuza esas ve mihver yapmalıyız. Ayni zamanda ilmî ve asrî usullerle ve büyük bir hassasiyetle iptidaî maarifi temine çalışmalıyız. Filhakika yalnız avama inmekle iktifa etmemeli, avamı da yukarıya çıkarmağa uğraşmalıdır. Esasen büyük harf inkılâbı bu yüksek ve necip maksadı temin için yapılmamış mıdır?..
1930 Mart
Raif Necdet1
Raif Necdet. (1930). Lisanımıza Dair…. Hayat, Yeni Tertip No. 3, 284-286.