Dilden Çıkarmak, Dile Almak İşleri (Ahmet Cevat, 1932)
Meselenin bu görünüşünde alâkaların üzüntülü heyecan derecesine kadar bile çıktığı oluyor. Herkes konuşurken, yazarken alışmış olduğu sözleri kullanmaktan dilini ve kaleminin ucunu nasıl menedecek? Dilin ilk karakteri zihinde dogup akan düşüncelerin duraklamadan sözlerle anlatılması değil midir? Fertler dillerinden birçok sözleri atmağa mecbur olurlarsa konuşmaları bir kekelemeye düşmiyecek mi? Ve bu üzüntü ilmi mahiyette daha başka suallere yol açıyor:
Dünyada yabancı unsurlardan eleklenmiş hiçbir dil var mıdır? İşte dil sadeliğe doğru hareketinde devam edip gidiyor ya. Yeni lisanla san'at eserleri bile yazılmıyor mu? Bu tekâmül yetişmez mi?
Şüphesiz yabancı unsursuz dünyada lisan yoktur, hele garbın bugünkü dilleri birer diller halitasıdır. Meselâ fransızcada eski Kelt (Golva) ve Frank kökleri Lâtin, Grek, Arap ve diğer yabancı diller köklerinden çok daha azdır. İngilizcede ise Kelt ve Anglosakson unsurlar adeta koyu bir fransızca şerbeti içinde erimiş gibidir. Halbuki Fransa ve İngilterede bugün hiç kimse bu yabancı unsurları atmak emelini beslemiyor. Fakat milli dillerin teşekkül, tekâmül ve ıslah tarihleri tetkik olununca görülür ki yabancı unsurların istilâsına uğrayan dillerde kuvvetli milli reaksiyonlar hâsıl olmuştur ve ancak uzun çalışmalardan ve geniş mikyasta gayretlerden sonra milli dillere son ilmî şekilleri verilebilmiştir, ve hapsinde ilmî şekiller millî yapıya uygun olarak biçilmiştir.
Dilde yapının bir sistem üzerine olması lâzımdır.
Yeni lisanın açtığı çığır ve aldığı yol çok ehemmiyetlidir, fakat yetişmez. Herkesin bildiği gibi yeni lisanın hücumu yabancı terkiplere ve yabancı cemilere karşı idi. Henüz bu sahada bile yazı dilimizi tamamile temizlemiye muvaffak olduğumuzu söyliyemeyiz. Çokluğun, yığınların anlamadığı daha birçok terkipler ve cemiler, hergün, sütunlarında ve münevverlerin konuşmalarında kullanılıyor. Birçok resmî dâirelerin isimleri ve üslûbu da hâlâ eski Babıali edebiyatı kokuyor. Belki de kullananlar yaptıklarının millî ehemmiyetini, millî dile verdikleri zararı anlamıyorlar. Son Kurultayda “Edebiyatı Cedide,,nin büyük bir rüknü “taksimi amal,, ile “iş bölümü,, terkiplerini müsavi derecede türkçe saymak ve öğretilmelerinde tahsil deresinden başka fark görmemek gafletini göstermedi mi?1 — “Yeni alfabemiz hazır bu gibi lisanda zaruri olarak kalmış terkipleri bir kelime halinde yazmağa da müsaittir, onları diğer yabancı basit sözler gibi pek âlâ saklıyabiliriz. Biz her şeyden evvel tahsil ile herkesi onları anlıyacak seviyeye yükseltmiye bakmalıyız, tarzında muhakemeler de yürütülüyordu.
Gramerci olarak şöhret bulan bir edibin bu kabîl mülâhazaları üzerinde durmak ihtiyacı vardır:
Gerçek, taksimi amal, emrivaki, hüsnüniyet, suiniyet, kemali intizam, efkârı umumiye, hatta CenabıHak, Hazreti Peygamber, İmamı Ali, Haktealâ gibi terkip ve tabirleri basit sözler gibi saklamada millî dil için bir mahzur yok mudur? Bu bir.
Bunların birine “iş bölümü,” “olmuş bitmiş iş,” “iyi niyet,” “fena niyet…” gibi terkip ve tabirler kullanılmış olsa millî dil için bir düzletme sayılmaz mı? Bu da iki.
“İş bölümü”nün iktısattaki tarif ve hususiliklerini bilmemek başka, hayatın en adi işlerinde bile iş bölümü yapmak ta başkadır. (Su) yun kimya tarif ve hassalarını bilmiyen herkes için “su” ile “elma” bir değildir. Bir köylü “su”yu bildiği ve kullandığı gibi iş bölümünü de bilebilir ve kullanabilir.
Dilde “olan biten,” olmuş bitmiş gibi gruplar varken elbete emrivaki ile “olmuş bitmis iş” bir tutulamaz. Bu gibi terkip ve tabirleri türkçeleştirmek için çalışmak, şüphesiz, yapılacak işlerin ilk safında, “yeni lisan” hamlesinin düşündüğü ıslahlardan biridir.
Hergün, hemen her muharririn kullandığı birçok arapça rabıtalar da vardır:
Binaenaleyh, maamafih, ledelicap, hasbezzarure, vs.
Halbuki bunları atmak nekadar kolaydır: “Bunun için, buna göre, bununla beraber, lâzımgelince…” varken bu arapça bağlantıları kullanmağa hiç ihtiyacımız yoktur.
— Halkı okutmalıyız. Halkın irfan seviyesini yükseltmeliyiz. Esas budur, yoksa zaten miktarları azalan arapça sözlerin bulunması ehemmiyetçe ikinci üçüncü derecede kalan bir iştir; deniliyor.
Halkı okutmak ve halkın seviyesini yükseltmek başka, halkı öz dilile okutabilmek te başka bir meseledir. Avrupadan misal getirilirken orada da halkın Şekspir, Bodler veya Verleni anlamadığı ileri sürülüyor. Bu aldatıcı bir misaldir. Avrupada division du travail gibi kelimeler bizim “iş” ve “bölüm” gibi konuşma dilinin en basit sözlerindendir. Opinions ve publique kelimeleri de öyledir; fakat bizde efkârı umumiye öyle değildir.
Fransada sadece sokak, kahvehane ve fabrika terbiyesi görmüş bir işçi için production, producteur, produit gibi sözler ekmek, su, şarap kadar malûm ve menustur. Bizim işçilerimiz ve köylülerimiz. için istihsal, müstahsil, mahsulât ta öyle midir? İşçi ve köylü bizde de, Fransada ve Avrupanın diğer memleketlerinde olduğu gibi, kıymetler husule getirir, mal yetiştirir, fakat “yetiştirim”in dildeki işaretinden, kendisinin “yetiştirici” sıfatile haiz olduğu büyük ehemmiyetten haberi yoktur. Şimdi, istihsal ve müstahsil yerine “yetiştir” maddesinden iki karşılık yaratmağa çalışırsak boşuna mı emek sarfetmiş oluruz?
İşte “yeni lisanın” ıslah teşebbüsü bu sahaya uzanamıyor.
Konuşma dilimizin ne derece bakımsız ve kültür kavramağa müsaadesiz olduğunun pek te farkında değiliz. Düşününüz ki öz dilimizde bugün beş duygumuzu o çocuklarımızın anlıyabileceği gibi beş isim bulup veremiyoruz. Basıra, şamme, samia, zaika, lâmise... Bunlar genç zihinler için ne vahşi tabirlerdir. İlk mektebi bitirip hayata atılmış yüz gence beş duygumuzu saydırınız, bunlardan beşinin bile doğruca sayamadığını görürsünüz. Kendim sınıfın en ileri talebelerinden iken, bu tabirleri ezberlemek için kendimi birkaç defa zorlamış iken on dört yaşından evvel şaşırmadan sayamadığımı hatırlarım, ve bir türlü onları milli dil anlayışıma yakın bulamamışımdır. Görmek, koklamak, işitmek, tatmak, dokunmak fillerinden beş karşılık yaratmak zaruri bir ihtiyaç değil midir? Avrupada ilkmektebin beş değil, yalnız üç senesini yapan bir çocuğun beş duygu ile bu derece alâkasız kalmış olması mümkün müdür?
Şeylerin biçimlerini, şekillerini anlatacak sözlerimiz ne kadar noksandır! Dilde mevcut “düz, iğri, kırık, yuvarlak, tekerlek, top, yamrı, yan, köşe…” gibi tabirler olsun, ikmektebin riyazıye tedrisinde kullanılımyor, Zukesiretüladla, şibihmünharif, menşuru mütevaziyüilmustatilât… On, on bir yaşındaki çocuklarımıza öğretmeğe kalkıştığımız ve bir türlü öğretemediğimiz, hayata geçiremediğimiz terkipli ıstılahlardan birkaç nümune daha.
“Yeni lisan” edebi lisanda husule gelmiş bir aksülâmel idi, fakat kültürün en alt seviyesine bile dokunmamış, halkın tabirlerini ıstılahlaştırarak mektebe getirmek teşebbüsünü tamamile sahası haricinde bırakmıştı. Bundan dolayı şimdiye kadar ıstılahlar sisteminde hiçbir değişiklik olmamış, hep Tanzimat ile Meşrutiyetin şark medeniyeti ruhile arapça unsurlardan taslakladığı terkipli ıstılahlar maarifin resmi kabul ve himayesine mazhar kalmıştır. Bu sistem, kültürün en yüksek derecelerine devam ediyor, bununlaberaber talebeler tarafından pek az benimseniyor. Bunun neticesi olarak, 1) ilkmektep kitaplarına, tanzimsiz bir surette, biri diğerine benzememek üzere, konuşma dilinden uydurulmuş sözler, ıstılah gibi giriyor. 2) Büyük talebeler ve mezunlar az çok öğrendikleri garp dilinin ıstılahlarını yine tanzimsizce kullanmağa başlıyor. 3) Garp zenaat ve ticaretinin memlekete soktuğu her türlü şeylerin isimleri bütün halk tarafından kullanılıyor: Vapur, şimendifer, tren, tramvay, telgraf, telefon, radyo, gramofon, plâk… v.s.
Tiyatro, tuvalet, idman, yarış, kumar… tabirleri de yabancı dillerden, hususile fransızcadan olduğu gibi lisanımıza geçmiş bulunuyor:
Dram, komedi, piyes, vodvil, opera, operet, rejisör, suflör, kulis, mizansen, repertuvar… Kuvafür, ondülasyon, krem, pomat, bukle, pantalon, jile, caket, kazak, boleru, rop, kokdöroş, pli, dantel… v.s.
Dikkate son derece lâyik bir missal: Vaktile nafıanın uzun uzun oturup millîleştirdiği tabirlerin hiçbiri şimdi kullanılmıyor. Herkes katar yerine “tren” sür'at katarı yerine “ekspres,” mevkif yerine “istasiyon,” hattâ teahhur yerine rötar… v.s. diyor.
Bu hâdiselerin bir manası vardır, o da Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinin muhafazakâr, islâmi ruh ile koyduğu ıstılah sisteminin tam ve kat'i iflâsıdır.
Bu iflâsın sebepleri nedir? Bu sebepler ilmî bir tarzda tetkik ve tespit olunmazsa yeni başladığımız dil hamlesinin de hatalı bir çığıra dökülmesi korkusu vardır.
⁂
Dili düzeltmek işlerinde yanılmamak için herşeyden evvel dilin iç hayatına, beyinler içindeki hayatına bakmak lâzımdır. Dil işaretleri, sözler, beyinlerde gelişi güzel saçılıp serpilmiş değildir, küme küme, biribirlerine yakın ve bağlı bulunurlar. Sözlerin bu kümelenmeleri “association” mana ve şekil etrafındadır; bu itibarla birkaç kısma ayrılırlar:
1) Mana kümelenmesi: Manaları biribirlerine benzer veya yakın olan sözlerin kümelenmesidir. Bunlar “mefhum aileleri”dir. Araba, kağnı, vagon, kamyon, furgon, otobüs, otomobil v.s... böyle bir kümelenme olduğu gibi benzemek, okşamak, andırmak, uygunluk, müşabehet, mümanaat v.s... de ayni cinsten bir mana kümelenmesi, bir mefhum ailesidir. Bu kümelenmelere, menşei hangi dil olursa olsun, her türlü sözler karışabilir. Zihin bunların manasını toptan kavrar, parçalarını çözmeğe çalışmaz. Otomobil, gramofon - tahsilini ilerletmemiş kimseler için - ekmek, su gibi basit sözlerdir, toptan bir manaları vardır.
2) Kök kümelenmesi: Bir kökten çıkan sözlerin kümelenmesidir, bunlar dacı “söz aileleri”dir. Az, azlık, azalmak, azaltmak, azımsamak, azar azar, azalan, azaltan, azaltıcı v.s... böyle bir kümelenmedir. Bu kümelenmenin esası kökün yalnız sesleri değildir, lâfızla mananın ikisi birdendir. Dil işaretlerinde sesi manadan ayırmak hiçbir zaman mümkün değildir. Bunun için sesçe bunlara benziyen meselâ “azmak, azarlamak…” sözleri ayni kümelenmeğe girmez. Bu kök kümelenmeleri yabancı sözleri ayırır, millî söz ailelerinden dışarıya atar.
Yabancı sözler dilde türlü şekillerile çok miktarda bulunacak olursa onlar da zihinden ayrı söz aileleri teşkil ederler. Yukarıda geçen istihsal, müstahsil, mahsulât misali gibi.
Yabancı söz aileleri çoğaldığı nisbette dil millîliğini ve tabiiliğini kaybeder, piçleşir, tahsili de güçleşir, çünkü zihin bir iştikak sistemi yerine iki iştikak sistemi kavramak ve kullanmağa mecbur olur. İşte garp lisanlarında böyle iştikak ikiliği yoktur; bütün garp dilleri iştikak sistemlerinde millî birlik husule getirmişlerdir.
Bizim de en büyük işimiz: iştikak sistemimizde millî birlik hâsıl etmektir. Ancak bunu yapmakla dilimizi millileştirmiş olacağız ve çocuklarımızın zihinlerini iki iştikak sistemi kullanmak yorgunluğundan kurtararak onlara garp çocuklarile müsavi şartlar altında tahsil imkânı vereceğiz.
3) Şekil kümelenmeleri: Birkaç türlüdür. Bunlardan biri ekleme kümelenmesi (association des suffixes) dir. Bui sözlerin sonlarına gelen eklemeler etrafında kümelenmesidir. Meselâ “leşmek” eklemesi bir taraftan ortaklık manasile; sözleşmek, paylaşmak, mektuplaşmak, selâmlaşmak, yardımlaşmak, diğer taraftan yeni bir hale girmek manasile: güzelleşmek, çirkinleşmek, katılaşmak, ağırlaşmak, çelikleşmek, şekerleşmek... kümelenmelerini husule getirir. Zihin bu iki kümelenme arasındaki mana farkını kendiliğinden veya talim ile ayırır ve onları karıştırmamağa çalışır. Bu sayede tavuk, kavuk veya buruk, uruk gibi kelimeler bir kümelenme teşkil etmez ve biribirlerine karışmaz.
Dilde yabancı unsurlar çok olursa ayni şekilde olanlar, manaların da yardımile, ayrı kümelenmeler teşkil ederler; neşriyat, hissiyat, edebiyat… yahut vezin etrafında tahassul, terekküp, teşekkül, teeyyün, terettüp… gibi. Böylece yabancı sözlerin kök kümelenmelerine şekil kümelenmeleri katılarak beyinlerde iki sarf sistemi biribirine katışır. Zihinleri iki misli yorar, milli dilin yapısı büsbütün bozulur.
Şekil kümelenmelerine terkip kısmı da ekleme ve vezin kısmından daha az ehemmiyetli değildir. “İş bölümü” gibi bir terkip ipucu, ayakteri, lâfebesi, süt kuzusu… kümelenmesine gider. Millî yapıya uygunluğu sağlamlaşır. “Taksimi amal” ise eskiden mevcut tahdişi izhan, tarhı tekâlif.. gibi benzerleri atılmış olunca basit bir söz gibi dilde bulunur, fakat uzunluğu ile millî sözlerden ayrıldığı gibi yarısını teşkil eden (taksim) orta zihinler için manalı olması mürekkeplik vasfını kendisinde belli eder. Emri vaki, efkârı umumiye, hüsnüniyet gibi yabancı terkiplerin sayısı çoğaldığı nisbette dilin millî yapısına umumi stil ile uygunsuz yamalar vurulmuş olur.
“İş bölümü” gibi terkiplerin yapılışında tarif derecesinde bir serbestlik vardır ki, milliliklerini ve tabiilik kuvvetlendiren seciye budur. Yabancı terkiplerin bu millî ve tabiî söz yaratışına verdiği halel pek büyük bir ziyandır
Darülfünün, Darülâceze, Darülelhan, Darülbedayi… gibi veya zuerbaatüladla, zukesiretüladla, zukesiretülevrrak isimler ise terkip ister istemez zihinde kümelenme teşkil ederler ve yabancı bir sarfın mühim kendi sarfımıza sokmak mecburi olur. Bunların yerine meselâ bilgiler evi, çok köşeli veya sadece çok köşe… gibi. Türkçe sözlerle ve türkçenin sarfile -isim- ler kullanılabilmiş olsa elbette dilin öz yapısı içinde yaratıcılık kuvveti artırılmış olur, bilgi dili ile konuşma dili arasında esaslı bir fark kalmaz.
Dilimizin bozulmasına an çok sebep olan hâdise arapçadan ayrı ayrı alınan sözler değil, aile halinde alınanlardır.
Husul, tahsil, tahsilât, hâsıl, tahassul, istihsal, müstahsil, mahsul, mahsulât, istihsalât…
“Yeni lisan” merhalesi bunlara pek dokunmuş ve dilden atılmalarına teşebbüs etmiş değildir. Cem şekillerinden en yade un, -in ile veya kavanin, avalim gibi mükesser vezinlerle olanlara hücum etmiştir; at, -yat ile olanlara ilişmek şöyle dursun bunlardan müfret manasile ilim isimleri teşkiline bile yol açmıştır (içtimaiyat, ruhiyat gibi).
Bu husul ailesine ilim, cemi, cebir, rahim vs… vs… ailelerini ilâve ediniz; tekmil lûgat adeta kıyasî surette yabancılaşıyor, genç zihinler tahsil çağında kendi morfoloji sistemleri üstüne ve onu bastırarak derinlere batırmak üzere, yabancı bir dilin morfoloji sistemini kuruyor. Gramer ve edebiyat var himmetlerile Arap iştikakını kuvvetlendiriyor, “milli dil şuuru” tamamile kayboluyor. Öyle ki yetişmiş münevverlerimize meselâ süslenmek ten ziyade tezeyyün süslemek ten ziyade tezyin hoş ve kolay gelir.
İşte bizim dilimizi garp dillerinden ayıran en mühim seciye budur. Onlarda yalnız bir iştikak insiyakı vardır, bizde iki. İkincisi tahsil kuvvetile büyüyor ve kültür dilini halkın dilinden uzaklaştırıyor.
⁂
Garp lisanlarında ilim ıstılahlarının ne dereceye kadar milli olduğu meselesi bizim için, şu dil ıslahı hamlesine atıldığımız anda çok ehemmiyetlidir. Bu işlerde millicilikte en ileri varan dillerin belki birincisi Almancadır. Bununla beraber, bütün sarfolunan gayretlerden sonra dahi almanca saf bir lisan olmaktan çok uzaktır. Hemen bütün askerlik ıstılahları Napolyonun yadikârı olarak fransızca olduğu gibi daha birçok yabancı sözlerle doludur. Fakat asıl dikkati çevirmek istediğim nokta yabancı eklemeler ve kök kümelenmeleridir. Almanca doğruca lâtinceden -ismus gibi eklenti aldığı gibi İransızcadan -tsion suretinde telâffuz ettiği halde imlâsını bile değiştirmiyerek -tion lâhikasını da almıştır. Meselâ abstraction un lâtincesi abstractis tir, almancaya fransızcasından abstraction olarak geçmiştir, yüzlerle diğer tion- bu kelimelerde öyledir. Abstrait sıfatını ise lâtinceden almanlaştırarak abstrakt şeklini almıştır. Bu şekilce, c, diğer şekilde k ile olan imlâya dikkat olunsun ik lâhikası isimlere, -isch sıfatlara mahsus olmak üzere grekçe -iki -ikos tan ziyade yine almanlaştırılarak fransızca ique-dan alınmıştır. iv, tat- da böyle alınmıştır. Böyle olmakla beraber dile alınan bu şekiller almancanın yapısını ve umumî görünüşünü bozmuyor: dil yeni eklemeler kazanmış olmakla bir tekâmül merhalesi atlamış oluyor.
Almanca yabancı sözleri en iyi kendi eklemelerile birleştirerek yeni kelimeler yaratır. produkt lâtince productus den produzieren (= istihsal etmek), produzent (müstahsil) gibi. Bunlar bizim meselâ mektup isminden yaptığımız mek. taşmak, mektuplaşanlar gibi eklemeli sözlerimize benzer. Gerçek, bu ve benzerleri almancanın yapısını bozmadığı gibi türkçemizin de yapısını bozmazlar.
Fakat istihsal, müstahsil, tahassul, tahsil… buna benzemez. Arapçanın bu “teksirî” şekilleri eklengen olan türkçenin eklemeli şekillerinden yüzde yüz ayrıdır. Bunları türkçenin benimsemesi ve kendi yapısının içine alması mümkün değildir. Türkçe, lâzımgelirse, kendi eklemelerine çok benziyen ik-, el-, if- gibi eklemeleri alabilir ve yapısı yabancılaşmış olmaz.
⁂
Medeni diller arasında hükmünü yürüten büyük bir kuvvet vardır ki ıstılah işlerinde dikkatten uzak tutulması asla caiz değildir; bu kuvvet milletler arası teknik dinamizmidir. Bu teknik dinammiz-idir ki, medeni dillerin lûgat ve ansiklopedilerini biribirlerine birçok cihetten benziyen ıstılahlarla doldurmaktadır. bu ıstılahlar katma (terkip - Composition) usulile Grek ve Lâtin unsurlarından yaratılmaktadır; yalnız sonları her dilin millî morfolojisine göre değişir. Bunlar dilin yapısını bozmuyor, fakat halkın kavrayışından da uzaktır. Bunun için millici milletler bu ıstılahların mümkün olanlarını kendi dillerine çevirmeyen büyük ehemmiyet vermişlerdir. Bu çevirme işine Calgue (taslak) usulü derler ki Lâtinler de Greklerden aldıkları ilim ve felsefe mefhumlarını ya bu taslak usulile dillerine çevirmişler, yahut yalnız sonunu lâtinleştirerek doğru grekçeden almışlardı. Meselâ grekçe ovvetönsiç kelimesini lâtinler Conscientia suretinde taslaklamışlar, bu günkü medenî milletler bu mefhumu ya lâtinceden – sonunu millileştirerek – almışlar (fransızca Conscience), yahut kendi dillerine taslak usulile geçirmişlerdir. Böylece Aristo ve Eflâtundan kalma nice felsefe tabirleri bugünkü medeni milletlerin dillerine ya taslak olarak veya milli şekillerle nakledilmiştir. On dokuzuncu asırda ise buhar ve elektrik medeniyeti ile değişen teknik ve yeni yeni keşiflerle ilerleme merhaleleri atlayan ilimler meydana on binlerle yeni mefhumlar yaratmıştır. Bunların isimleri dinamik olarak Grek ve Lâtin unsurlarile teşkil ediliyor ve bazılarının, milli unsurlarla, taslakları yapılıyor, Meselâ gerekçe Aıpığolta den fransızca Amphibolie, almanca amphibolie, ingilizce Amphibolia, italyanca Anfibologia yapıldığı gibi, grekçe Avoyoha yı fransızlar, ingilizler, italyanlar yalnız sonunu millileştirerek aldıkları halde almanlar Abnormitât suretinde daha ziyade lâtince unsurlarla almışlardır. Taslaklama işlerinde almanların bir derece daha ilerisine vardıkları ve halkın kavrayışına daha yakın tabirler yarattıkları da vardır: Meselâ Appreöciation fransızcadan ingilizce ve italyancaya ayni unsurlarla alınmış olduğu halde Almanlar kendi millî dil unsurlarile Wertshötzung mürekkep ismini verebiliyorlar. Almancada bu nevi ıstılahlar, bütün ıstılahlara nispetle, azdır, bununla beraber ilmi halka yaklaştırmak hususunda ehemmiyetleri vardır.
Bizi de milletler arası kültür ve teknik dinanizmi iki suretle ilim, felsefe, teknik ıstılahlarını lisanımıza geçirmeye icbar edecektir. Mümkün olduğu kadar, terkip sistemimizin müsaadesi derecesinde, ıstılahları dilimize taslak usulile geçirmiye çalışmamız mühim bir iştir; fakat Almanlardan daha geniş bir muvaffakıyetle bu işi başarmağı düşünemeyiz.
Misal olarak metre sistemini gösterebiliriz. Bu sistemin tabirlerini (metre, kilometre, santimetre, milimetre…) fransızcadan alıp kullanıyoruz; bundan dolayı dilimizin yapısı bozulmuş olmuyor, çünki bunların terkibi bizim terkibimize uygundur, yalnız lâfızları yabancıdır. Halbuki bir “zukesiretüladla” tabiri morfolojisile, gramerile yabancıdır; yabancı bir morfolojinin, kümelenme sistemleri zihinlere yerleştirilmedikçe bu kabîl ıstılahların tedrisleri mümkün değildir. Buna katlansak bile yine kâfi gelmez; çünkü meselâ zukesiretül unsuru ayni dinamizm ile muasır medeniyetin grekçe poli unsurile yapılan bütün ıstılahlarına tatbik edilemez.
Poliakant (çok dikenli), poliadelf (çok kardeşli), poliandre (çok erkekli), polianthe (çok çiçekli), poliarşi (çoklar hükûmeti), poliartrite (çok oynaklar hastalığı), poliatomik (çok atomlu - tek atomlu birçok cisimle birleşebilir), polibazik (çok esaslı - medenî kıymetlerle değişebilir birçok hidrohen atomunu havi hamız), polikoli (çok safralılık), polikroizm (çok renklilik - bir şeffafın arasından bakılınca çok rengin peyda olması), polikrom (çok renkli), polikromize (çok renklileştirmek), poliklinik (çok nevi hastalık tedavisini müsait müessese), polikopi (çok hopya basmak usulü), polikültür (çok nevi ziraate birden müsaade eden kültür), polisitemi, polidaktil, polidesm, polidipsi, poliedre, poliembrioni, polierg, poligalase, poligon, vs. vs.
Ancak üçte birine gelmediğim bu misal bize millerler arası kültür ve teknik dinamizmini göstermeğe kâfidir. Bunları ne zukesiretül ile ne de çok ile teşkile imkân yoktur. Fakat (çok) unsurile izahları kolaydır ve birçoğunun da halk ile yakın terrkiplerle taslaklanması mümkündür. Elimizden geldiği kadar taslaklama işine ehemmiyet vermeliyiz, fakat bütün sistemin dinamizmine tâbi kalmak ta zaruridir.
Ahmet Cevat
Söz edilen, Hüseyin Cahit’in Kurultay konuşmasıdır:
Hüseyin Cahit'in 1. Türk Dili Kurultayı'ndaki Konuşması (1932)
Yalnız sanat ve edebiyat için değil, fikri her saha için de bu bir hakikattir. Küçük bir misal: “taksimi a'mal” tabirini yabancı kelimelerden terekküp ettiği için değiştirerek “iş bölümü” dedik. İşte halis iki Türk kelimesi. Fakat taksimi amali anlamayanlar iş bölümünden bir mana çıkarabilirler mi? Ve en az orta tahsilini bitirmemiş birinin bundan bir şey anlamasına imkân var mıdır? Memlekette orta tahsilini bitirmiş olanların yüze nispeti kaçtır? Şüphesiz ki her günkü hayatın tabii ve adi meşgalelerinden bir az ayrılan bir yazı bu tahsilsiz kütle için daima bir muamma halinde kalmaya mahkumdur. Onun için, yazılarımızın herkes tarafından anlaşılmasını istersek herkesi okuduğunu anlayacak bir seviyeye yükseltmekten başka çare yoktur. Yazılanları herkesin seviyesine indirmeye çalışmak ters yol tutmaktır. Kabahat yazıda değil, okuyanların bir şey bilmemelerindedir.